Drina'ya Yoldaş Olmak - Bisikletle Bosna Hersek 1

Bir kapıyı aralamadan evvel, o kapının ardında seni nelerin beklediğini merak edersin, bilmediğin için belki biraz da tedirgin olursun... Bisikletle Balkanlar seyahatimin ikinci bölümü olan Bosna Hersek'e küçük bir sınır kapısından böyle bir tedirginlikle girdim. Sınır kapısını arkamda bırakalı çok olmamışken dağların arasında, yükseklerde harabeleri belli belirsiz seçilen bir kale burcunun dibinde, mütevazı bir mimariye sahip, eşsiz güzellikte bir Osmanlı camisi ile karşılaştım, bisikletimi girişte duvara dayayıp bahçe kapısını araladım, içeriye girdim. Caminin etrafında bir yerleşim görünmüyor, öndeki yoldan da gelen geçen yok; ilerideki mezarlıkta otların arasından yükselmiş birkaç mezar taşı göze çarpıyor, mezarlıkta yatanlardan ve benden başka kimse yok burada, ne kadar güzel bir sükunet... Caminin şadırvanında elimi yüzümü yıkadım, soğuk suyundan kana kana içtim, şadırvan duvarlarına altın yaldızlı olarak işlenen Hasan, Ömer, Fatma, Cemal, Eşref,Kemal, Aliya gibi isimler göze çarpıyor, buraya yakın bölgede 1992-1995 yılları arasında Bosna savaşında ölen Boşnaklar adına bir şehitler anıtı olarak düzenlenmiş bu şadırvan, ruhları şad olsun... Sonra caminin sundurmasında bir süre dinlendim, şadırvanından doldurduğum suyu içtim... Hiç beklemediğim anda karşıma çıkan bu cami bana bir sığınak gibi geliyordu, kendimi evimde gibi hissediyordum.
İçimde garip bir his; turun birinci bölümü olan Sırbistan etabı sorunsuz geçmişti; ama tur sanki yeni başlıyormuş gibi geliyor bana, bir taraftan da kendimi yabancı bir ülkede gibi hissetmiyorum. Hünkar Camisi'nden ayrılıp düştüm Vişegrad yoluna... 
Pedallar pedalları kovaladı, baldırımdan topuğuma terler aktı, Vardım Vişegrad'a... Vişegrad'ın çarşısında, marketten alışveriş yaptım, bir miktar para bozdurdum. Bisikletimin turun en başından beri yamulup duran bagajı, üzerindeki ağırlığa fazla dayanamayacak gibi olduğundan Vişegrad çarşıda turizm danışma noktasına vişegrad'da bisiklet bagajı bulabileceğim bir yer var mı diye sordum; görevlinin dediğine göre Vişegrad'da benim bisikletime uygun bagaj bulamazmışım, buraya 40 kilometre mesafede, gideceğim yol üzerinde bulunan Gorajde'de Bingo isimli büyük bir alışveriş merkezi varmış, orada bulabilirmişim. Umarım bulurum; çünkü bagajın uygun olmayan bir yerde kırılmasından korkuyorum. Yine aynı görevli arkadaşın dediğine göre Vişegrad-Gorajde arasında bulunan tünellerin sayısı 30 civarında imiş, bu dar ve karanlık tüneller bir bisikletli için tehlikeli olabilirmiş, dikkatli olmam gerekiyormuş. Ben de buradaki tünellerden haberdardım; fakat bu kadar çok olduğunu bilmiyordum. 

Vişegrad elbette güzeldi güzel olmasına da; gözüm Sokollu'nun Sinan'a yaptırdığı o köprüyü arıyordu.
Çarşıdan çıkıp Drina kıyısına ulaştığımda Sokollu'nun Sinan'a yaptırdığı o köprü, olanca ihtişamıyla karşımda duruyordu, bu ilk görüşte aşk değildi, ben onu görmeden sevmiştim. Köprüyü biraz sonra yerinde bulamayacakmışım gibi var gücümle asıldım pedala, birden kendimi köprünün kitabe köşkünde buldum, bisikleti dayadım köşk duvarına, karşısındaki sofaya çömeldim,  kitabeyi okumaya başladım. 


... 
"Dedi târîhin Nihâdî her gören ede duâ
Yaptı bu köprüyü su üzre Mehmet Paşa 
-Sene 979"
...

İvo Andriç'in Drina Köprüsü'nü okuyalı aradan neredeyse 2O yıl geçmişti, kitaptan silik bir şekilde hatırladığım bazı bölümleri zihnimde canlandırmaya çalışıyordum... Gözlerim Ali Hocayı, Hacı Ömer'i, Arif Bey'i arıyordu...  Hayatını doğduğu topraklardan çok uzakta geçirip, çok uzakta ölen ve doğduğu topraklara ölümsüz bir  eser vermek isteyen Sokullu Mehmet Paşanın emriyle Sinan'a yaptırılan bu köprünün karşısında Bosna Hersek sınırları içerisinde yer alan özerk Sırp Cumhuriyetinin bayrağı dalgalanıyordu, hüzünlenmiştim ve yağmur yağıyordu; yağmur damlalarından olduğunu düşündüğüm damlacıklar yanağımdan ağır ağır akıyor, çenemden düşüp köprünün beyaz taşlarına çarpıyordu...


Bir köprüyü köprü yapan, suyun iki yakasını birbirine bağlamak mıdır? Bir köprü, geçmişle geleceği bağlayamaz mı? Uzak ile yakını bağlayamaz mı? Beni kendine bağlayamaz mı? Bir köprüyü köprü yapan, insanların suyun diğer tarafına geçmesini sağlamak değildir. Sinan'ın bunu bu bilinçle yaptığı ne kadar da ayan beyan ortada... Sinan diyorum; çünkü o bir mimardan daha fazlasıdır.

Bu geceyi köprünün koynunda geçirmek istiyordum, köprünün altında gecelemeyi de düşündüm, sonra karşıki yamaçlarda, ormanın içinde, yükseklere çıkan bir yol olduğunu farkettim; bu yolun başını bulup bu yolu takip edersem geceyi köprüyü izleyerek çadır kurabileceğim bir yer bulabilirim diye düşündüm. Bu yolu buldum, ormanın içlerine doğru oldukça dik bir şekilde çıkan bozuk toprak bir yoldu, yolun sağı ve solu sık bir orman yapısına sahipti;  bu yoldan bazen bisikletime binerek, bazen bisikletimi iterek ilerledim; ama çadır kurulabilecek uygun bir yer bulamadım. Sonra ana yola inerek Gorajde istikametine ilerledim, sonra Drina kıyısına doğru inen bir yola girdim. Bu yol Drina'nın kıyısında bulunan bir barajda bitti, barajın kıyısında çadır kurmak için çok küçük bir alan vardı. Sonra görevli olduğunu düşündüğüm bir kişi çıkageldi, ona meramımı anlattım: görevlinin çok az İngilizcesi vardı, anladığım kadarıyla sağımızdaki dik yamaçtan büyük kayalar düşüyormuş, burası benim için tehlikeli olabilirmiş. Teşekkür edip barajdan ayrıldım tekrar ana yola çıktım, Gorajde istikametine doğru çok az pedal çevirdikten sonra yolun solunda, çok önceden bir inşaatın şantiyesiymiş de, uzun zaman önce terkedilmiş gibi duran, prefabrik yapılardan oluşan bir yere geldim, bu yıkık dökük, ıssız yapıların etrafında çadırım için uygun küçük yeşillik alanlar vardı. İleride yaşlıca bir adam gözüme çarptı. Yanına gittim, derdimi İngilizce anlattım, sadece baktı bana... Belki Türkçe anlar diye, Türkçe anlattım, bakışları değişmedi, el kol hareketleriyle anlattım yine olmadı. Tam ayrılıyordum ki, gel anlamına geldiğini düşündüğüm bir işaret yapıp yürümeye başladı, peşine düştüm, ilerideki binanın yanında bulunan çayırlık bir alanın yanına vardık ve durdu çayırlık alanı gösterince beni anladığından emin oldum. Gösterdiği yere çadırımı kurdum; çadırımı kurarken o da beni izliyordu. Sonra boş su şişelerimi gösterdim, birlikte evine gittik, sularımı doldurdum.  Çadırın kazıklarını sağlama alırken, herhalde içinde kimse yaşamıyordur diye düşündüğüm en yakınımdaki barakanın kapısı açıldı, kapıdan yaşlıca, çatık kaşlı bir kadın göründü, kısa bir süre beni izledi, sonra kapıyı kapatıp içeri girdi, kısa bir süre sonra kapı tekrar açıldı ve yaşlıca bir adam kapıda göründü, içeriye seslendi bir şeyler söyledi, bu sefer elinde bir poşetle teyze tekrar kapıda göründü. Çadırımın yanına kadar gelip poşeti bana uzattı, içinde erik var. Bir şeyler söylüyor, sanırım bir ihtiyacın olduğunda kapıyı tıklat demek istiyor.

Gece oldu ve orada yağmurlu güzel bir gece geçirmekte iken düşünüyordum... Vişegrad derin bir uykudayken Drina yine köprünün altından akıyor olmalıydı. Çadırdan çıksam, kırk elli adım yürüsem, Vişegrad'a doğru baksam, onu görebilirdim; ama bir sevgiliden ayrılmak zorunda idim; bu nedenle çadırımdan çıkmadım, çıkmam gerektiği zaman oraya doğru bakmadım; eğer oraya doğru bakarsam ayrılık çok daha zor olacaktı...


Sabah çadırımı toplarken etrafımda epey insan toplanmıştı, hepsi de yaşını başını almış, güngörmüş insanlardı, ayrılırken bir başka teyze, 1 paket büsküvi getirdi, bir başkası iki armut, aynı teyze bir poşet daha erik... Dünkü eriklerin de çok azını yemiştim, kalanlar da büyük ihtimalle bisikletin arkasında hoşaf olacaktı, bunlara benden çok onların ihtiyacı vardı. Bir ara kabul etmemeliyim diye düşündüm; fakat kabul etmemek onlara yapabileceğim en büyük kötülük olurdu. Anladım ki bunlar başkasına ikram edebilecekleri tek şeydi, ve bunları ikram edebilmek onları çok mutlu edecekti. Teyzelerden biri bana bir şeyler söylüyor, ben de ona karşılık veriyordum. Birimiz diğerimizin kullandığı kelimelerin hiçbirinin anlamını bilmiyorduk; ama birbirimizin ne söylediğini harfi harfine anlıyorduk. Tekrar tekrar teşekkür ederek yanlarından ayrılıp Gorajde yoluna düştüm.  


Gorajde yolunda bir tünele girdim, ondan çıktım, ötekine girdim, ondan çıkar çıkmaz bir başkasına, sonra bir başkasına, onun ardından bir başkasına... Yolculuğum 30 kilometre boyunca neredeyse hep tünellerin içinde geçti, bu tüneller gerçekten çok karanlık ve dar. Bisikletin üzerinde bir kaç tane ışık var; ilk tünellerde bunların yetmeyeceğini görünce yedekte duran iki ışığımı da taktım, yine de yetersiz kaldı ışıklar. Böyle olduğunu bilseydim seksen altı ışık daha alırdım yanıma... Çok şükür ki yoğun bir trafik yok; eğer arkamdan ya da karşımdan bir araç gelecekse, aracın kendisinden çok önce sesi geliyor, aracın sesini duyduğumda bisikletten inip çekilebildiğim kadar kenara çekiliyorum, araç geçip gittiğinde tekrar pedal çevirmeye başlıyorum. Bazen iki tünel arasında kısa süreliğine güneşi ve solumdan akan muhteşem Drina'yı görebiliyorum, Sırbistan da bulunmayan emniyet şeridi burada da bulunmuyor. 

Gorajdeden önce bagajım bir kez daha, daha öncekilerden daha fazla yamuldu, belki de beni Gorajde'ye ulaşamadan kırılacak, daha önce bir çok kez yaptığım gibi elimle kuvvet uygulayarak düzelttim, kısa bir süre baktığımda yine yamulmaya başladığını gördüm, kırıldı kırılacak... Gorajde'de bisikletime uygun bir bagaj bulabilmek için dua ederken yolun solunda bir demirci dükkanı gördüm, o an düşündüm de, demircide bagaja uygun bağlantı parçalarını yaptırabilirim. Demirciye meramımı anlattım, demirci ingilizce bilmiyor, anlaşamadık, baktı olmayacak, dükkandan çıkıp üst kata seslendi. Milenaaaa diye...


Az sonra dükkana bir kız geldi. Demircinin kızıymış; çok iyi ingilizce konuşuyor, durumu babasına anlattı. Demirci bagajımın yamulan parçası kalınlığında bir  demir bulup işe koyuldu; o demiri döverken Milena aç mısın diye sordu, olsa yerdim belki ama neden bilmem: "Tokum" dedim. "Yukarıya gel yemek ye." dediyse de, kabul etmedim. Yanımdan ayrıldı, yukarıya çıktı, elinde meyve suyu ve bir dolu tabak börekle, sanırım boşnak böreği ile aşağıya indi, "En azından bunları ye." dedi. Milena yurtdışında bir çok yeri görmüş; ama bisikletle seyahat etmek en büyük arzusuymuş, bisiklet turculuğu ile ilgili sorular sordu Nereye gidiyorsun, "Gece nerede kalacaksın?" gibi ve daha başka sorular da sormaya devam etti, o soruyor ben cevaplıyordum. Sonra demircinin seslenmesi ile konuşmamız bölündü, demirci işinin ehli adammış, çok iyi bir iş çıkartmış, yamulan parçaları söküp yerine yeni parçaları taktım. Kul dara düşmeyince Hızır yetişmezmiş, çok rahatladım, bagajın yamuk hali beni tedirgin ediyordu. Milena'dan borcumun ne kadar olduğunu babasına sormasını istedim. Milena, babasına. "Borcu ne kadar?" sorusundan bir kaç cümle fazlasını söyledi, babası yalnızca tek kelime söyledi. Sonra Milena: "Borcun yokmuş." dedi. Yola çıkmak için hazır hale geldiğimde Milena: "Yağmur da yağıyor, istersen biraz daha kal." dediyse de, Onu da ardımda bıraktım. Drina'nın üzerinde duran köprüyü arkamda bırakmam gerektiği gibi... Solumda sakin sakin akan bir dev - Drina... Onun yanında, sonsuzluğa yükselen minareleriyle Boşnak köyleri, başımda yağmur yüklü bulutlar… Milena'yı ardımda bırakmışım, ıslanmayan yerim kalmamış; umurumda değil, yol güzel…


Gorajde'ye epey yaklaşmış, onu görebiliyordum, Drina kıyısında gözüme kestirdiğim bir yere çadırımı kurdum. Kuru kıyafetlerimi giydim, Gün boyu yağmurla ve terimle ıslanan kıyafetlerimi Drina'nın suyundan geçirip yakındaki bir çardağın altına astım. Çadırımı kurduktan sonra şehir merkezini görmek istedim. Birkaç tarihi Osmanlı camisini ziyaret ettim.Bir yerde Ziraat Bankası'nın büyükçe bir şubesi göze çarpıyor. Gorajde ne kadar da bizden bir şehir... Gorajde'nin şüphesiz en gösterişli yapısı: Kayseri Camisi, Drina kıyısında kutlu bir zafer anıtı gibi göklere uzanıyor... Gorajde, Kayseri ilimizin kardeş şehriymiş, Kayseri Camisi, Kayseri Müftülüğünün öncülüğünde toplanan yardımlar ile 10 yıl önce ibadete açılmış. Caminin yanındaki binada büyükçe bir Türk Bayrağı dalgalanıyor, gururlandım.

Bingo markete de uğradım, açıkçası orada büyük bir bisiklet mağazası bekliyordum; fakat gözümde canlandırdığım kadar büyük olmayan bu marketin çok küçük bir bölümü bisiklet malzemelerine ayrılmış, bu bölümde zil, ışık, süs gibi daha çok çocuk bisikletlerine hitap eden ufak tefek malzemeler var; ne benim bisikletime uygun, ne de herhangi bir bisiklet için bagaj yok, artık çok önemi de yok, Milena ve babası sağolsun...


Çadırımı kurduğum noktaya doğru dönerken bir börekçi gördüm, börekçinin adı Nihat. Nihat'tan aldığım börekleri dükkanın önünde bisikletime yerleştirirken yanıma birisi yanaştı, onunla havadan sudan konuşurken ona karşıki binanın duvarlarındaki mermi izlerini sordum. Derin bir of çekti, anlatmaya başladı: Gorajde Boşnakların kaderinde büyük yer tutan bir şehirmiş, Bosna Savaşı'nda, Gorajde sırplar tarafından kuşatılmış, Birleşmiş Milletler Srebrenitsa gibi Gorajde'yi de güvenli bölge ilan etmiş, silah bırakma talebinde bulunmuştur. Gorajdeli Boşnaklar BM'nin silah bırakma talebini reddetmiş ve en uzun süre direnmiş ve düşmemiş. Direnmeye devam etmekte haklılarmış; çünkü Drina kıyısında yer alan bir başka şehir olan Foça'da katledilip Drina'ya atılan Boşnaklar’ın cansız bedenlerinin Drina'nın Gorajde kıyılarından geçişine şahit olmuşlar, zamanla Srebrenitsa'da yaşananların acıklı haberi Gorajde'ye ulaşmış. Bu yaşananlar, onlara düşmana güvenilmeyeceğini öğretmiş. Oooff of...

Çadırın yanına tekrar döndüm, demlediğim bir demlik çayla birlikte Nihat'tan aldığım boşnak böreklerini Drina'nın kıyısında mideye indirdikten sonra, Nihat'ın bir börekçi değil bir sanatçı olduğuna kanaat getirdim.

Gece, Drina'nın kıyısındaki çadırımda, sıcacık uyku tulumunun içinde yağmurun ve Drina'nın sesini dinlerken, bazılarının dediği gibi ben yalnız bir yolcu muyum diye düşündüm, kesinlikle yalnız değilim, bazen bir ağaçla, bazen bir kelebekle, bugün olduğu gibi bazen de bir nehirle yoldaşlık ediyorum.

Bisikletle Balkanlar
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.

Yorumlar