Bisikletle Sırbistan

Neden Balkanlar?, Neden bisiklet turu? Balkanlar: çünkü Balkanlar'daki Osmanlı'nın izini sürmek istiyorum. Bisiklet turu; çünkü yolda olmak, yolu iliklerine kadar hissetmek istiyorum. Yola düşmeden önceki planıma göre Bursa'dan Sabiha Gökçen'e otobüsle gideceğim; Sabiha Gökçen'den Sırbistan Belgrad'a Uçakla gideceğim. Belgrad'dan pedal çevirmeye başlayacak; sırasıyla Sırbistan'ı, Bosna Hersek'i, Karadağ'ı, Makedonya'yı bisikletle geçip turumu Arnavutluk Tiran'da sonlandıracağım.
Her ülke için kabataslak bir plan yaptım. Bazı dağ geçitlerini geçeceğim, yaylalarda çadır kuracağım, muhteşem dağ göllerini göreceğim, derelerde yunacağım, çiçekleri koklayacağım, kelebeklerle konuşacağım, insanlara selam vereceğim, Balkanlar'daki Osmanlı'nın mirasının izini süreceğim. Muhtemel öngöremediğim durumlara göre planlarım değişebilir. Haritalarımı hazırlayıp aylar öncesinden evimin duvarına astım. Ara sıra haritalar üzerine notlar iliştirdim. Her ülke için kabataslak bir rota oluşturdum. Bisikleti yerleştirmek için Bursa DR bisikletten bisiklet kutusunu ücretsiz aldım. bu kutunun içine Bisikletle birlikte uyku tulumu ve matımı ve bazı malzemelerimi de koydum. Yolculuğuma Bursa'dan Otobüs ile başladım. Uçakla ilk defa bisiklet taşıyacağım için endişeliydim. Sabiha Gökçen'den Bu kutudaki bisiklet dışındaki malzemeler hava alanı kontrolünde sıkıntı çıkarmadı.

Baş döndürücü hızlı bir uçuşun ardından Belgrad Nikola Tesla Hava Alanı'na indik. Havaalanında körükten çıktıktan sonra, ülkeye gelen yolcuları ayaküstü karşılayan iki polis, herkese olduğu gibi bana da bir kaç soru sordu. Niçin geldin? Ne kadar kalacaksın? Buradan nereye gideceksin... gibi... Havaalanı dışına çıkıp bisikleti kutusundan çıkardım, bagajın biraz yamulduğunu gördüm; taşıma esnasında baskıya maruz kalmış olabilir. Yamulan kısmı elimle düzelttim, inşallah ileride bir sıkıntı çıkarmaz. Bisikleti toplayıp havaalanından Belgrad'da doğru pedal çevirmeye başladım. Tura güneşli güzel bir Belgrad havasıyla başlıyoruz; ne güzel...
İlk gün Belgrad'ı gezeceğim. Belgrad'da doğaçlama bir şekilde dolaşmaya başladım; birkaç kişiye Kalemeydan'a nasıl gideceğimi sordum, tesadüfen Belgrad'ın en ünlü ve hareketli, sadece yayalara ayrılmış, bir bakıma Belgrad'ın İstiklali olan Knez Mihailova Caddesi'nden geçtim; caddedeki LCW mağazası dikkatimi çekti; epey müşterisi var gibi... Dükkanların vitrinlerindeki baklavalar dikkatimi çekti ve etiketlerinde bizdeki baklava kelimesine benzer bir kelime yazıyordu. Sırpçada 2000 civarında Türkçe kelime varmış. Türkler olmasa uyuyamazdık anlamına gelen bir söz varmış sırpçada; çünkü yastık, yorgan, döşek, pamuk gibi kelimelerin tamamı Sırpça'ya Türkçe'den geçmiş. Bir süre sonra kendimi Kalemeydan civarında buldum. Kalemeydan Osmanlı döneminde de kullanılan ve bugün de Sırplar ve herkes tarafından Kalemeydan olarak anılan, Tuna ve Sava nehirlerin birleşme noktasını tepeden görebileceğiniz kale ve civarının adı. Kalemeydan, zindanlarıyla, aralarından biri İstanbul Kapı olarak adlandırılan kapılarıyla, meydanlarıyla aynı zamanda sosyal bir yaşam merkezi... Kaleye farklı kapılardan giriliyor; ben İstanbul Kapı'dan girdim. Kalenin içinde bulunan Damat Ali Paşa türbesine vardığımda paşanın ruhuna bir Fatiha okuduk. Bugün bu coğrafya bize çok uzak; fakat sadece uğruna savaştığı topraklarda yatıyor olmaktan dolayı paşanın ruhu huzur içinde midir bilemiyorum; ama kendisine iyi bir ebedi istirahatgah seçmiş; çünkü Paşa'nın türbesinin bulunduğu meydandan Tuna ve Sava Nehirlerinin bulunduğu tarafa baktığınızda gözünüzün gördüğünü manzara için şiir yazmak istersiniz. 

Sonra şehrin sokaklarına dalıp doğaçlama bir şekilde dolaşmaya başladım, görünüşü mütevazi bir Türk lokantasıyla karşılaştım, burada öğle yemeğimi yedim. Konaklamayı hostelde yapmayı düşünüyordum; lokantanın sahibi bir Türkün işlettiği otelden benim için fiyat aldı(25 avro ); duruma göre geri dönebileceğimi söyleyip lokantadan ayrıldım. Yoluma çıkan bir kaç hostel ve otele fiyat sordum, aşağı yukarı birbirine yakın fiyatlar verdiler.
Knez Mihailova Caddesi'nde bir turizm danışma noktasına, kamp malzemeleri satan dükkan olup olmadığını sordum; yakınlarda bir dükkan varmış. Dükkanı buldum; bu dükkandan  tur boyunca çay, çorba, makarna pişireceğim ocağım için bir kartuş aldım. Dükkan sahibine yakınlarda kamp yapabileceğim bir yer olup olmadığını sordum; Ada civarında kamp yapmaya uygun noktalar olduğunu söyledi.(Ada: Sava Nehri içinde önceden küçük bir ada iken, bugün kıyı ile birleştirilip yarımadaya çevrilmiş olan Belgradlılarca da ada olarak adlandırılan bir park ve çevresine verilen ad..) Hostelde kalmayı ikinci plana alıp; uygun bir kamp alanı bulmaya, geceyi çadırda geçirmeye karar verdim. Belgrad'ı bir miktar daha dolaşıp, market alışverişi yaptıktan sonra Sava Nehri kıyısında bulunan Ada'ya doğru pedal çevirmeye başladım. Kalemeydan'dan Ada'ya kadar kesintisiz bir bisiklet yolu ve bu yolu kullanan epey bisikletli var, bu bisiklet yolu üzerinde bisiklet tamircileri bulmak da mümkün. Ada'ya varıp dolaşmaya başladım, gerçekten de kamp kurmaya uygun noktalar var; dolaşırken bisikletli bir arkadaş selam verdi, ayaküstü küçük bir muhabbetten sonra Ada'da kamp yapılıp yapılmadığını sordum; bana yardımcı olacağını söyledi; "Ada'da bulunan bisiklet dükkanlarına soralım, onlar da yardımcı olur." dedi; birkaç dükkana sordu ve olumsuz cevap alınca başka bir yer daha bildiğini söyledi; Adayı terkedip bir kaç kilometrelik bir yolculuktan sonra beni sağlam bir yokuşun başına kadar getirdi, sağolsun; kamp kurabileceğim yeri tarif edip yokuşun başında yanımdan ayrıldı; bu sağlam yokuşu çıktıktan sonra tepede bir düzlüğe vardım.

Tepede insanların akşam serinliğinde toprak yollarda koştuğu, uzun ince ağaçların oluşan, kamp yapmaya çok uygun bir koru var. Bu tepede, korunun karşısında, bir de restoran var; eğer bu koruya çadır kurarsam yakındaki bu  restoranın bahçesinde kullanabileceğim tuvalet ve lavabosu, karşısında da içilebilir suya sahip bir çeşme var; bu yüzden buradan izin alarak çadırı kursam daha iyi olur diye düşündüm. Restoran çalışanlarına durumumu anlattım; telefonlarını çıkarıp haritalardan 50 km kadar mesafedeki bir kamp alanını tarif etmeye çalıştılar. Yardımcı olmaya çalıştılar, fakat tam anlaşamadık. Teşekkür edip yanlarından ayrıldım. Karşıki çeşmeden sularımı doldurup koruluk alana geçtim. Ardından makarna pişirdim, makarnanın ardından çay demledim; değmeyin keyfime, otelde kalsaydım kesinlikle böylesine iyi hissetmezdim kendimi... Derken hava karardı; Korulukta koşan son koşucular da ayrılınca çadırımı yoldan ve restoranın bulunduğu noktadan görünmeyecek şekilde ağaçların arasına kurdum. 

Yılın büyük bölümünde Belgrad'a 100 km kadar bir mesafedeki bir köy olan Rudnik'te yaşayan, kendisini severek takip ettiğim Güneş Akdoğan, namıdiğer Drummer Lizard ile Türkiye'de iken yazışmıştık. O da telefon numarasını verip: "Geldiğinde ara; görüşelim." demişti, sağ olsun. Güneş'e, şu an Belgrad'da olduğumu yarın Rudnik civarına ulaşabileceğimi belirten bir mesaj gönderdim. Güneş'e gönderdiğim mesaj gönderilemedi uyarısı verdi; bir kaç defa göndermeyi yineledim ama sonuç değişmedi; sabah ola hayır ola, tekrar denerim.

Koruda güzel bir gece geçirdim. Sabah Güneş'e akıllı olmayan telefonumdan bir kısa mesaj daha göndermeyi denedim; ama mesaj yine ulaşmadı, aradım ulaşamadım. Yolda tekrar deneyeceğim. Çok erken olmayan bir saatte kahvaltımı yaptım; çadırımı toplayıp yola koyuldum. Elimde bir harita çıktısı var; Gideceğim yolu bu haritadan yararlanarak genellikle tabelalara bakarak, insanlara sorarak, bazen de içgüdüsel olarak seçiyorum. Bir kaç kişiye sorarak şehrin dış mahallerini de terk edip Rudnik yoluna düştüm.

Köy diyebileceğim küçük bir yerleşim biriminden geçiyordum. Suyumu doldurmak için yol yakınındaki bir çeşmenin yanına gitmiştim; az ileride yer yer betonu kalkmış mütevazı bir sahada basketbol oynayan çocuklar vardı; beni fark edince yanıma geldiler; çeşmenin akmadığını söyleyip; kendi sularını bana verdiler, konuşmamızın bir yerinde Türk olduğumu duyunca çocuklardan biri Fenerbahçe basketbol takımının kadrosunu saydı, şaşırdım. Nasıl başarıyorlar bilmiyorum; ama Sırbistan, nüfusuna oranla oldukça başarılı sporcular yetiştiren bir ülke...



Rudnik yolunda Güneş'i bir kaç defa daha aradım. Sonunda telefonu çaldı; ama açmadı. Hafif esintili, güneşin karşıki tepeye yaklaştığı, güzel bir akşam serinliğinde, Rudnik yokuşunu çıkıp tepede dinlenmekte ve dinlemekteydim; acaba bu gece nereye çadır kursam diye düşünürken Güneş aradı; vize işlemleri için köyden ayrılıp şehre gittiğini, birkaç gün köyde olmayacağını söyledi. Yerimi tarif ettim; fazla gittiğimi söyledi; evin yerini tarif etti; çıktığım o uzun yokuşu geri inmem gerekti. Güneşin tarif ettiği yerden sağa saptım, üç beş evden oluşan küçük bir yerleşim birimiyle karşılaştım; evi fotoğraflardan bildiğim için görsem tanıyacağım. Ev bu evlerden biri değil, köy dışına çıktım; köyün üstündeki tepedeki birkaç eve baktım, tarlada çalışan insanlara sormaya çalıştım; evi bulamadım. Güneş'i tekrar arayıp evin yerin tarifini tekrar aldım; sanırım ana yola geri dönüp, daha fazla geri gitmem gerekiyor; Güneş'in yeni tarifine göre biraz aramayla eve giden yolu bulup ana yoldan ayrıldım, kısa bir yolculuktan sonra evi buldum; evde beni Miodrag karşıladı; Güneş'in daha sonra anlattığına göre kendisi köy köy gezen, zaman zaman buraya uğrayan bir deliymiş, zararsız deli... Evde hiç kimse yokken beni iyi ağırladı sağ olsun.

Güneş'i takip edenlerden evi fotoğraflardan bilenler bilir; fotoğraflardaki gibi değil; çok daha güzel... Burası insanın ömrüne ömür katar. Bahçedeki kuyudan kovayla su çekip yine bahçede bulunan, iki yanı olabildiğince açık, son derece havadar banyoda duşumu aldım; birkaç kıyafetimi sudan geçirdim. Sonra Miodrag bana yatacağım yeri gösterdi, yastığımı çarşafımı hazır etti, kendisi de alt kattaki odada inzivaya çekildi. Akşam üzeri yağmur başladı, bahçedeki yaz mutfağında geçtim, birkaç defa çay demledim. Masada otururken yağmur damlalarının çatıdaki kiremitlerle sevişirken çıkardığı sesi dinledim; bir kez daha aynı şeyi düşündüm, iyi ki bu yoldayım...

Yağmur gece boyunca ve ertesi gün öğleye kadar sürdü; bu yüzden yola çıkmak için yağmurun dinmesini bekledim. Öğleye yakın bir saatte evin asıl sakini, yıllardır burada yaşayan, Sırbistan'da oldukça tanınmış ve çevre edinmiş, şair, yazar ve yönetmen Bozidar Mandic geldi. Ayrılmadan önce onunla tanışmam iyi oldu. Hayatından ve hayat felsefesinden bahsederken: ormana ve doğaya saygı duyduğunu; yaşamını, düşüncesini ve sanatını doğanın şekillendirdiğini, söyledi.

Yağmur durunca evdeki ekiple vedalaşıp yola koyuldum. Bana mekanlarının ve yüreklerinin kapılarını açan Bozidar Mandic'e, gıyaben tanıştığımız Güneş'e, Miodrag'a teşekkür ederim. 

Dün çıktığım Rudnik yokuşunu tekrar çıktım, çok da zorlanmadım; yokuş çıkmayı seviyorum. Sırbistan sonraki hedefim Bosna Hersek olduğu için Vişegrad'a döndüm yüzümü. Önce Cacak'tan sonra Uzice'den geçtim, güzel ormanlar, yemyeşil çayırlar, çağlayan ırmaklar gördüm, bir kaçında elimi yüzümü yıkayıp kana kana su içtim. Sık sık sağanak yağmura yakalandım. Bazen benzinliklere sığınıp sağanağın dinmesini bekledim. Yine bir benzinlikte yağmurun dinmesini beklerken masada duran gazetenin ekine kaydı gözüm, gazetede bir çok Türk dizi oyuncusunun fotoğrafı yer alıyordu. Yine aynı gazetenin tv kanalları yayın akışı bölümünden anladığım kadarıyla çok sayıda Türk dizisi yayınlanmakta Sırbistan kanallarında. 
Yollardaysak yollardan da bahsetmemiz gerekir: burada şehirler arası yollar çoğu yerde gidiş geliş olmak üzere sadece iki şeritten oluşuyor, emniyet şeridi denilen şey neredeyse hiç yok. yolların kenarlarını ve her yeri en az diz boyu yemyeşil çayırlarla kaplı olan bir memleket olduğu için burada hayvancılık yapmak ekonomik olur diye düşündüm, bazı ev sahipleri bahçesindeki otları biçmekten yorulmuş olacak ki, bahçeye bir koyun sürüsü salmış, otları koyunlara biçtiriyor, onların etinden sütünden faydalanmakla kalmıyor, dişinden de faydalanıyor. Köylerdeki evlerin düzeni, temizliği, mimarisi hoşuma gitti, bol yağan yağmurların çabucak akması ve bol yağan karın çatıda birikmemesi için evlerin çatıya fazlaca bir eğim vermişler.

Kah pedal çevirdim, kah dinlendim... Yine bir günü bitirdikten sonraki gece yol kenarındaki boş bir araziye çadır kurdum; gece boyunca hiç görmediğim kadar yağmur yağdı. Gök gürledi, şimşekler çaktı... gece çadır içine biraz su aldı...

Diğer bir günün akşam üzeri, yine çadır kurmak için etrafa bakınırken yolun solundaki tepede duran kiliseyi gözüme kestirdim. Kiliseye vardım, kapısı kilitli, etrafında kimsecikler yoktu. Burası yola ve civardaki evlere epey uzak, bahçesinde, temizlik ve yemek yapmak için su alabileceğim çeşmesi olan, gecelemeye çok uygun bir sığınaktı.  Önce kilise bahçesindeki çeşmede elimi yüzümü yıkadım, bir kaç giysimi sudan geçirdim. Sonra makarna pişirip karnımı doyurdum. Arkasından çay demledim. Bu sırada kiliseye gelen giden olursa izin alıp bahçesine çadır kurmaktı amacım; fakat önündeki yoldan bile geçen olmadı. Çadırımı kilise duvarının dibine kurdum. Sonra uygun bir alanda hızlı bir duş aldım, sonra çadıra çekildim, hava serinledi; ama tulumun içi sıcacık... O gece yine çok yağmur yağdı ve ben çok güzel uyudum. Huzurlu bir gecenin ardından ilk pedalımı güneşli açık bir havada çevirdim, gidonumu Vişegrad'a doğru kırdım. Uçakta yamulan, havaalanında elimle düzelttiğim bagajım, ağırlığa daha fazla dayanamayacak gibi duruyor, birkaç defa elimle düzeltmek zorunda kaldım. Umarm yol üstünde uygun bir bagaj bulabilirim, belki de  Vişegrad'da bulabilirim uygun bir bagaj... Yollar yolları kovaladı, uzaktan Sırbistan-Bosna Hersek sınırı göründü. Sokullunun memleketi Vişegrad ve Drina Köprüsü beni bekler. Sırada üç beş araç var....

Bisikletle Balkanlar
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.

Yorumlar

  1. Hocam gerçekten insanın okudukça dışarı çıkıp maceraya atılası geliyor.Şuan ki malum durumlar olmasa şuanda palandökene tırmanıyor olurdum herhalde. Sizden ricam YouTube u ve blogunuzu çok aksatmamanız.Maceralarınızın devamını diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En kısa zamanda dağlarda olmaktır ortak dileğimiz. Video için bir süre zaman ayıramayacağım. Gerekli yazma isteğine sahip olduğumda yazmaya çalışacağım.

      Sil
  2. Bravo Ali Bey, ben asla cesaret edemezdim.Tek başına yabancı memleketlerde dolaşmak, her türlü riski göze almak kolay iş değil.Seyyahlık böyle bir şey olsa gerek.Eminimki hayatına çok renkler kalmıştır.İki kişi olsan daha güvenli olur.Tek başına, beni ürkütüyor.Tekrar seni kutluyorum.Tebrikler.

    YanıtlaSil
  3. Zeki Ayas PSİ Öğretmeni.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zeki Hocam teşekkür ederim, kesinlikle muhteşem anlar yaşadım.

      Sil

Yorum Gönder

Yorumunuzu buraya yazınız