Dağların Zelbi

ün karanlığa kalmış, yaylaya ulaşamayacağımı anlamış, yürüdüğüm patikanın üzerinde bulduğum ilk düzlükte gecelemeye karar vermiş ve karanlıklar içerisinde neresi olduğunu bilmediğim bir yere çadırımı kurmuştum. Gece boyu, çok yüksekten düşen, hızla yerdeki soğuk kayalıklara çarpıp sonra tekrar tekrar yükselip tekrar tekrar yere düşen suyun uğultusuna benzeyen seslerle bölünmüştü uykum. Bir şelale olmalıydı yakınlarda. Sabah uyanır uyanmaz yakınlarımda olduğundan emin olduğum bu şelaleyi aramaya koyuldum; dört bir yana baktım, bir damlacık bile su bulamadım, garip bir şekilde; gece duyduğum sesleri de artık duyamadığımı o an farkettim. O güzel Kafamı, üşüttüm mü acaba diye sordum kendime. Bu ıssız yamacın küçücük bir düzlüğündeki çadırımda gece vakti duyduğum o esrarengiz seslerle zihnimi daha fazla meşgul etmeyi bırakıp, çadırımı topladım; yaylaya doğru yola çıktım.



Takip ettiğim yol beni yaylanın en üst tarafına ulaştırdı. Bulunduğum noktadan tüm yaylayı görebiliyordum. İlk olarak çadır kurabileceğim bir düzlük aradı gözlerim. Bu engebeli coğrafyada çadır kurulabilecek ufacık bir düzlük bulmanın verdiği haz, büyük bir coğrafi keşfi gerçekleştirmenin verdiği hazdan daha aşağı değildir. Daha iyi bir yer göremedim ve yaylanın üst tarafındaki küçük düzlükteki mezarlığın duvarı dibine çadırımı kurdum.

Yaylanın en güzel yerine kurduğumu düşündüğüm çadırımda bir süre dinlendim. Güneşin batışını ve güzelliğiyle beni başka alemlere götüren yaylayı seksen altıncı defaya izlemek için çadırdan çıktığım sırada, önünde iki ineği ile birlikte yaşlıca bir kadın çıkageldi. Hoşgelmuşşsun, safalar geturmuşsun dedikten sonra evine, çaya davet etti. Evini tarif etti, çok geç kalmadan gel ha dedi. Biliyorum ki buralarda çaya davet edilen aslında yemeğe davet edilmiştir.  Reddedecek değilim


Yarım saat kadar sonra teyzenin evine vardım. Yedirdiler, içirdiler, sağ olsunlar. Yemekten sonra soba başında ısınıp, çayımızı yudumlarken zaman akıp geçti, gecenin başlamasına yakın zamanlardı, sohbetin sonlarında şu soruyu sormuş bulundum.

-Bir yıl içinde, burada ne kadar kalırsınız?
-"Haziran, Temmuz, Ağustos; en fazla üç ay." dedi yaşlı kadın.


Gözlerimde yorgunluk belirtileri belirmeye başlamıştı; güzel bir yayla akşamıydı, mezarlık duvarı dibindeki çadırımın içinde beni bekleyen yumuşacık bir uyku tulumum vardı; uykudan önce, hayali kurulacak anlar vardı; deliksiz bir uykuyla geçecek, beni bekleyen uzun bir gece vardı; evet her şey çok güzel olacaktı; ama ben sormaz olaydım dediğim şu soruyu da sordum.

-Kışın neden yaylada kalmazsınız?

-Buraya eylülde kar düşer, tüm kış kar yağar, yaza kadar da kalkmaz kar. Bu yüzden kışı yaylada geçirmek hiç kimsenin harcı değildir diye başladı kadın. Bundan iki yüz yıl önce, Bazo diye çağrılan biri varmış diye devam etti. Bazo herkesten farklıymış; ama kimseye zararı yokmuş. Eylülde havalar soğumaya başlayınca herkes köyüne inerken, Bazo kışı yaylada geçireceğini söylemiş. Diğer yaylacıların ısrarlarına, uyarılarına rağmen dönmeyip yaylada kalma kararından vazgeçmemiş. Herkes nasıl olsa canı sıkılır, 3-5 gün sonra gelir diye düşünüyormuş ama Bazo o sene köye inmemiş. O sene sonbaharda hiç durmadan otuz üç gün gök gürlemiş, kışın köye üç metre kar yağmış, köydeki güngörmüş ihtiyarlar yaylalara yedi metre kar yağmış olabileceğini söylemişler. Aradan aylar geçmiş, karlar erimiş, dereler önce coşmuş, sonra sakinleşmiş, havaların ısınmasıyla buraya tekrar çıkan yaylacıların gözü merakla Bazo'yu aramış. Evine vardıklarında kapının kilitli olduğunu görmüşler, kapıyı kırıp eve girmişler; evin orta yerinde sofra kuruluymuş, sofrada iki kaşık varmış ve sofradaki sıcak çorbanın dumanı hala tütmekteymiş; ama Ama Bazo ortalıkta yokmuş. Günlerce aramışlar Bazo'yu. Bakmadıkları çukur, girmedikleri delik, seslenmedikleri taraf kalmamış; ama bulamamışlar; sanki yer yarılmış da içine girmiş. Günler sonra mezarlık duvarının taşlarına kazınan şu yazıyı farketmiş bir yaylacı. "Ekmeğimiz vardı; suyumuz vardı; yakacak odunumuz da vardı; fakat bu dağların zelbine dayanamadık." Bazo'dan geriye kalan son şey bu yazıymış. O yazı silinene kadar, kış aylarında yayla tarafından yükselen bir duman görmüş köylüler yıllarca. Bu yazıyı ben görmedim; ama dedemin babası, çocukluğunda birkaç harfini görmüş.

-(Ben bu kısacık hikayeden fena halde etkilenmiş halde sordum) Zelb ne olaki?
-Dağların sesi, uğultusu gibi bir şey sanırım.

Anladımki dün gece duyduğum ses şelale sesi değildi, dağların zelbiydi.


Haydeee. Çadırı da mezarlığın yanına kurduk mu! Ben nereden bileyim dağların zelbine dayanamayıp efsane olan bir yaylacının ruhunun buralarda bir yerlerde olabileceğini. Zaten hemen çadır girişinin üstünde uzanan uzun bir mezar taşı da vardı. Ne gerek vardı yaylacıların yaylada ne kadar zaman geçirdiklerini sormaya falan; bırak adamlar kaç ay kalırlarsa kalsınlar; sana ne; ne kadar da meraklı bir adam oldum ben. Eminim ki bu hikaye bütün yaylalarda anlatılıyordur; fakat beni şu anda fena halde etkiledi.


Herkesin uykusunun geldiğini farkettiğim anda, gündüz ıslanan botlarımı ve çoraplarımı sabah almak üzere kuruması için sobanın altına bırakıp çadıra kadar yürüyebilmem için bana verilen terlikleri giydim. "Ben çok fena tırsıyorum, siz de kalsam olur mu?" diyemedim. Karanlıklar içerisinde, mezarlık duvarının dibindeki çadırıma istemeye istemeye yürüdüm. Mezarlıktan tarafa hiç bakmadan hızlı bir şekilde çadıra girdim; belki de buralarda bir yerlerde olan Bazo'nun ruhuna Fatiha'lar, İhlas'lar gönderdim.

Tulumun içine girip gözlerimi kapadım; başka şeyler düşünmeye çalıştım; uyumaya çalıştım; olmadı. Bana yine dağların zelbi, yine dağların zelbi vardı... Anladım ki: dağların zelbi, yaylalarda anlatılan bir hikayeden daha fazlasıydı...

Yorumlar

  1. Ali Hocam hayırdır
    Karadeniz mi canın çekti
    yolculuk mu var yoksa ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Karadeniz'e gittim ve hiç dönemedim." desem, yeridir

      Sil
  2. Hocam yazılarınızı büyük bir iştahla okuyorum. Yaşattığınız duygular için sonsuz teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beni motive eden mesajlardan birisi... Teşekkür ederim.

      Sil
  3. Esrarengiz bir hikaye bizlere de aktardığın için teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumunuzu buraya yazınız