açkarlar'da, camları buğulu bir yayla kahvehanesindeyim. Önümdeki ince bellide kar suyundan yapılmış çay, dışarıda deli yağmur var. Bir de yağmurda ıslandıktan sonra sobaya sırtımı verip çok sevdiğim ısınmak... Çayım bittiğinde yenisini isteyene kadar geçen süre zarfında, açık olan kapıya kadar çıkıp saçaklardan yere düşen yağmur sularına bakıyorum. Sonra köşedeki yerime dönüp, bir çay daha istiyorum. Bir kaç satır bir şeyler karalıyorum. Pencere kenarında hararetle tavla oynayan iki ihtiyar yaylacının maçını izlemenin dışında yapacak bir iş arayınca; gözüm, duvara uzun zaman önce iliştirildiği apaçık belli olan, sararmış yapraklara kayıyor.
Oturduğum yerden bir kaç satırını okuduktan sonra; nasıl, hangi arada ayağa kalktığımı hatırlamıyorum. Öylesine baktığım ve yine öylesine okuduğum bu üç beş satırdan sonra buğulu camların karşısındaki duvara ruhumu kelepçeliyorum adeta. Coşkuyla okumaya devam ediyordum ve okudukça, geçen kısa süre içinde çok yoğun duygular yaşıyorum. Hislerim düğümleniyor; içimde fırtınalar kopuyor. Bu satırları yazan kimdi; Hangi zamanda yaşamıştı? Ne zaman yazmıştı? Yaşlı kahveciye soramadım, çoğu zaman sakin ama aksi bir adama benziyordu. "Ayıp değilmi?" demeye bile hakkı vardı ya "Nasıl bilmezsin, nasıl tanımazsın?" derdi.
Bu duvarda ne bulmuştum ki?
Galiba anlıyorum;
Gölgesinde ruhumu dinlendirdiğim bir kayın ağacı vardı;
Bana tümüyle koynunu açmıştı da;
Ben kayın ağacını öpmemiştim bile.
Sarı çiçeklerin arasında bir buzul gölü vardı
Buz gibi suyu, yüreğimi serinletmişti de;
Ben ona bir türkü yakamamıştım bile.
Yukarılarda heybetli bir dağ vardı;
Güzelliği gözlerimi kamaştırmıştı da
Ben ona iki satır yazamamıştım bile.
Mutluluğa giden bir yol vardı,
O yol bana yoldaş olmuştu da;
Üzerinden bir taş alıp kenarına koymamıştım bile.
Buram buram ot kokan bir yayla vardı,
Burada ömür geçer demiştim de;
Ben orada bir gün kalmamıştım bile.
Derenin kıyısında mavi bir çiçek vardı,
Dehşetli güzel mavisine gazeller söylenmeliydi de
Adını merak etmemiştim bile.
Bir başkasını farketmemiş,
Üzerine basıp geçmiştim de
Özür dilememiştim bile.
Yüzüne sövülecek
Nankör insanlar görmüştüm de;
Pusmuş "Boşver." demiştim.
Ben dağlara gezmeye gelmiştim;
O yaşamaya...
Oturduğum yerden bir kaç satırını okuduktan sonra; nasıl, hangi arada ayağa kalktığımı hatırlamıyorum. Öylesine baktığım ve yine öylesine okuduğum bu üç beş satırdan sonra buğulu camların karşısındaki duvara ruhumu kelepçeliyorum adeta. Coşkuyla okumaya devam ediyordum ve okudukça, geçen kısa süre içinde çok yoğun duygular yaşıyorum. Hislerim düğümleniyor; içimde fırtınalar kopuyor. Bu satırları yazan kimdi; Hangi zamanda yaşamıştı? Ne zaman yazmıştı? Yaşlı kahveciye soramadım, çoğu zaman sakin ama aksi bir adama benziyordu. "Ayıp değilmi?" demeye bile hakkı vardı ya "Nasıl bilmezsin, nasıl tanımazsın?" derdi.
Bu duvarda ne bulmuştum ki?
Galiba anlıyorum;
Gölgesinde ruhumu dinlendirdiğim bir kayın ağacı vardı;
Bana tümüyle koynunu açmıştı da;
Ben kayın ağacını öpmemiştim bile.
Sarı çiçeklerin arasında bir buzul gölü vardı
Buz gibi suyu, yüreğimi serinletmişti de;
Ben ona bir türkü yakamamıştım bile.
Yukarılarda heybetli bir dağ vardı;
Güzelliği gözlerimi kamaştırmıştı da
Ben ona iki satır yazamamıştım bile.
Mutluluğa giden bir yol vardı,
O yol bana yoldaş olmuştu da;
Üzerinden bir taş alıp kenarına koymamıştım bile.
Buram buram ot kokan bir yayla vardı,
Burada ömür geçer demiştim de;
Ben orada bir gün kalmamıştım bile.
Derenin kıyısında mavi bir çiçek vardı,
Dehşetli güzel mavisine gazeller söylenmeliydi de
Adını merak etmemiştim bile.
Bir başkasını farketmemiş,
Üzerine basıp geçmiştim de
Özür dilememiştim bile.
Yüzüne sövülecek
Nankör insanlar görmüştüm de;
Pusmuş "Boşver." demiştim.
Ben dağlara gezmeye gelmiştim;
O yaşamaya...
Bu dizeleri yazan kişi benim görmediklerimi görmüştü, duymadıklarımı duymuştu, söylemediklerimi söylemişti, veremediklerimi vermişti.
Bu duvarda yanlışa yanlış diyen, yaşadığı coğrafyaya borcunu ödeyen, hissiyatlı bir adam görmüştüm. Eve dönünce, "Nerededir bu adam?" diye soruşturdum elbet. Ardında nice güzellikler bırakıp çoktan gitmişti; ne mutlu O'na!
Onun 1987 basımı, imzalı bir kitabına da ulaştım. Önsözünde şöyle diyordu. "Bu uğraşı, o dağları ve yaylaları benim gibi sevenlere, Çomoğlu'ndan bir hoş seda olarak bırakıyorum."
Bu kitabın ilk satırları, yine camları buğulu yayla kahvehanesinin duvarında okuduklarımdı. Sevdalı Dağlar'dı. Hem de ne hoş bir sedaydı?
SEVDALI DAĞLARLamgo’dan Melezkür’den çingit’ten çıktım yolaOvaklı’da dinlendim bir süre verdim molaOturup Tomaslı’dan seyrettim Pogina’yıNerdesin Cevat Kamber Nerdesin Şükrü dayıDoğu Karadeniz’de güzel bir gündü yazdanGüneşli bir havada geçtim Kanlıboğaz’danNeden Kanlı boğaz’dı bu güzel yerin adıİbran Osman’dan başka bir anlatan olmadıYokuş artık bitmişti düzlüğe vardı yolumMor orman gülleriyle döşeli sağım solumÇok sürmedi baktım ki Yukarıviçe’deyimAltımda Çamlıhemşin bense bir yücedeyimBir dağın doruğunda asılı MikronkavakAşağıda Fırtına akıyor çağlayarakKöyler dik yamaçlarda serpilmiş nokta noktaÇinçiva, Mollaveyis, Mecnun, Meydan, AmoktaYaratan yaratılan kucak kucak iç içeBakmakla doyamadı gözlerim Makroviç’eSağ kıyıda kuşuva karşı tepede HabakEy Hemşin Tümünle süzül de gönlüme akYüreğim coşkusundan duramıyor yerindeUçuyormuş gibiyim Pokut’un üzerindeBir gereksinmem yoktu petrol denen yakıtaGeçtim kanat vurarak Sal ile Amlakıt’aYamaçlarda sürüler çevirmişti önümüBen güneyden kuzeye aktarmıştım yönümüAşağı Şimşirlik’ten vurdum Tarderesi’neGidiyordum Ayder’den Kaçkarlar yöresineNereye gideceksin bir şey gelir mi eldenGüçlükle izin aldım muhtar Koca Temel’denGül yüzlü bir ninenin ayran içip tasındanÇıktım Bulutdağı’na Abuçor yaylasındanÇırpıp kanatlarımı üzerinde karlarınGeçtim eteklerinden süzülüp Kaçkarlar’ınDeğerlendirmek için güncel dinlencemiziKavron’da çobanlarla paylaştık gecemiziİki pag’ın önünde büyük bir ateş yaktıkYayla insanlarının keyfine değme artıkYemek vakti gelmişti sofra kuruldu düzeÇeşit çeşit yemekler yığıldı önümüzeÖnce dillere destan Hemşin’in muhlamasıTaze tereyağında alabalık tavasıTulumcu başı fazla direnmedi nazındaGençler el ele verdi yaylanın ayazındaKollar inip kalkıyor bacaklar kıvranıyorTabanca sesleriyle bütün vadi yanıyorBen tırmandım yokuşa henüz gün ağarmadanPalovit’e varmıştım on ikiye varmadanOturup Kertelik’in bir ayranını içtimSonra dere boyundan Hapivanak’a geçtimTirevit’ten göründü Elevit’in çamlarıİstiyorum bitmesin bu yayla akşamlarıBaşlamıştı burada vartivar şenlikleriKızlar delikanlılar bir ileri bir geriRenk renk giysilerin hepsi ayrı biçimdeHoron oynuyorlardı sevi coşku içindeBir tarafta kadehler bir tarafta oyunlarVe ocakta nar gibi çevrilen koyunlarÇekinenleri yoktu ne paradan ne puldanKoşup geliyorlardı İzmir’den İstanbul’danHemşin’in övgüsü bu Hemşin’in benliği buHemşinli’nin yılda bir en büyük şenliği buMustafa şiş tulumu kollar yay bacaklar yayDik oyna Burhan coşkun bozma horonu GündayBen çantamı sırtladım yolcu yolunda gerekAyrıldım Elevit’ten içim istemeyerekKazım İncearab’ı gönülden anaraktanBir tutam çiçek derip geçtim Haçivanak’tanGün boyunca yürüyüp koca bir dağı aştımHenüz akşam olmadan Davalı’ya ulaştımBitmemişti davası dağ kimin yayla kiminBekliyordu sorunlar dosyasında hâkiminHer yer su her yer çiçek bu yayla başka yaylaİnsanoğlu burada gelmez mi aşka yaylaGözüm uyku tutmadı gece olmuştu yarıNinni söylüyorlardı şimdi dağ tavuklarıTarih gömülmüş gibi kocaman bir çukuraBaktım gözlerim nemli oradan Hodoçur’aGörkemli taş konaklar kocaman taş direklerBunca yıllardan beri bir onarıcı beklerEllerim şakağımda düşündüm derin derinBu topraklar uğruna can veren şehitlerinYüreğim burkularak kapıldım da yasınaSaygı ile eğildim aziz hatırasınaÇekilen dut rakısı buğu buğu küllüğüTüm anılarımızın geçmişe gömüldüğüAcısı tatlısıyla geçen bütün anlarınSade bir ismi kaldı Çalmaşur KenanlarınSularla çevrilmiş yörenin dört bucağıMührünü vurmuş gibi altıda CicebağıMaşatlığı yıkılmış koca kilisesiyleBir şeyler anlatıyor tarihin gür sesiyleBurada dil suskundur doğa seslenir ruhaHem dinledim hem gittim iniverdim Çoruh’aÇoruh kışın durudur yazın bulanık akarBu boşa akan suya insan hayretle bakarAlır götürür seller bahçemiz bağımızıTaşır Karadeniz’e bunca toprağımızıBu şahlanan sulara bir dizgin vur diyen yokDüşmana dur dedik te Çoruh’a dur diyen yokAlıp nasibimizi yaz günü taze duttanSıcak bir öğle vakti geçiverdim Hunut’tanSonunda bu günleri biz bekleye bekleyeBaşyayla’nın üstünden dolaştım Çiçekli’yeGöğsümü yaslayarak yaylanın karlarınaÇevirdik yolumuzu Tatos’un dağlarınaGölde âşık Kerem’in dinledim de sazınıSisler içinde aştım Ortaköy boğazınıSürüler yamaçlarda nerdesin Bozo İsmetİneceğiz Pag’lara eğer olursa kısmetGönlüm yanıt verirken kuzuların sesineBir selam verip geçtim Verçenik tepesineO gece Bozoğlu’nun Pag’ında konakladımÖzlemini çektiğim dağlarımı kokladımBu tertemiz havayı süzüp ciğerlerimdenCimil’e gidiyordum Çermeşk’in üzerindenPatika yolu ama bu yol bambaşka bir yolİleride göründü Karagöl AşağıgölKaradeniz türküsü gölde alabalıklarYeniden tazelendi içimde sevdalıklarDüzleri tepeleri böylece aşa aşaTahpur’un üzerinden çıkıverdim Baldaş’aKalmadı yüreğimde ne keder nede bir gamSenoz’un üzerinde göründü MağribodamSisler içinde idi Cimil’e vardığımdaParça parça olmuştu çarığım ayağımdaCimil üç pare köydü ben Başköy’e inmiştimBu ilk kez gelişimdi oldukça sevinmiştimYatacak yer aradım kimliğimi sordularBurada konuk evi var ama diyordularOrada vali vekil gibiler kalıyorduDediler bu fukara acep ne arıyorduNe vali ne vekildim sade biriydim halktanÖyleyse nasibin yok dediler bu konaktanKahvede muhtarla halk bir fiskos çevirdilerBu akşam kal diyerek camiyi gösterdilerDizimi ayağımı taşlara vura vuraCamide kalmaktansa yol aldım Salaçur’aSisler çekiliverdi ben yola koyuluncaBu ayrıcalıkları düşündüm yol boyuncaDökülmüştü önüne saçlarının aklarıSonradan işittim ki yanmıştı konaklarıSalaçur üç mahalle Kahmut, Kalnus, Kalgunsuİspir’in kaderi bu çırılçıplak örtüsüYanmış kavrulmuş vadi güneşinden selindenBaşta Devlet Babamız bir tutan yok elindenSıcak bir el beklerken devlet denen babadanGörmedi başkasını tahsildar jandarmadanKimi vergiye gelir kimi asker almağaBu kavrulmuş yüzler küsmüşler yaşamağaDaha tıkamak için doymayan boğazınıHacı denen bir kişi kesmiş dere ağzınıHalk bahçede topluyor kurutacak dutunuBu dutlara bağlamış tüm yaşam umudunuSorunları bırakıp gelecek kuşaklaraÇırnaçur’dan yukarı gene vurdum dağlaraGüzin dağlar başkadır insana hüzün verirRuh kanatlanır uçar kişide madde erirKeklikler sürü sürü yamaçlarda dolaşırYaban keçileriyle tekeler sevdalaşırMezralarda kurumuş otlarda yaşam kokarTerk edilmiş yaylada keder kokar gam kokarTutuşur boz kayalar günün son ışığıylaHayal bir çoban kızı buluşur aşığıylaKız uzat elini der uzatır yaklaşamazKız gel koklaşalım der yaklaşır koklaşamazDuyulur gibi olur ta ötelerden bir sesKesilir âşık için o anda soluk nefesNe koyun melemesi ne kuzu melemesiTür-i Sina’ya çıkar duyabilen bu sesiBunun yüceliğini ne sen ne de ben bilirYuvasından ayrılıp yollara düşen bilirBir an sarsılıverdim içim karma karışıkAcaba ben mi idim demin gördüğüm âşıkO gece bir kayanın koltuğunda uyudumDoğayı içerime sindirdim yudum yudumPag’larda ve kop’larda günlerce yata yataVaroş’un üzerinden sonunda indim Çat’aBen ne Kara Reşid’im ne de Kâhya Salih’imYalınız onlar kadar bu yere sevdalıyımİki dere çatışır adlandırır bu yeriBiri Hemşin’den gelir Ecevit’ten diğeriBurada bir bina var ne Hilton’dur ne DivanDağların arasında görkemsiz garip bir hanDışarıda sıra sıra bağlı katırlar atlarİçerde konuksever güler yüzlü MafratlarBuranın yazı kadar kışında sefası varTutuşan bir sobası bir de Mustafa’sı varÇOMOĞLU gene Çat’ta nerdesin Rıza dayıSen Vanksi’de sefa sür tarlayı yedi ayıÇektin yaşam boyunca acısını cefanınNe faydasını gördün Nihat’ın Mustafa’nınYazıldın gönüllere sevginle hatırınlaBüstünü dikeceğiz koprinle katırınlaKarşıda Kito, Karap göz ucuyla dolaştımVe bu anda sevdalı dağlarla vedalaştımEy Hemşinli, gelecek çağların çocuklarıMerhabalar sevdalı dağların çocuklarıUzakta kalsak bile bir iki kelam sizeElevit’ten, Kale’den, Ayder’den selam sizeServet ÇOMOĞLU
Servet Çomoğlu (babam Yusuf Sandıçı ona "Yetim" derdi elinizdeki Sevdalı Dağlar kitabında ki Yusufum şiirini babam için yazmıştır.Bu şiiri Kavrun yaylasında Şahin pansiyonda duvara ben astım lakin Servet çomoğlu'nun mekanı Çat köyüydü burada ya Cancık (dağların arasında görkemsiz garip bir han dediği) yada Bahattin Bilaloğlu'nun aşağıda ki hanında kalırdı.Bir gün babama "Yusufum şiirimi tamamladım adını ne koysam acaba dedi" babamda ona "Yetim biz bu dağlara ne diyoruz" dedi oda "Sevdalı Dağlar" deyince Babam daha niye isim arıyorsun isim belli dedi.
YanıtlaSilBu yazının Sevdalı dağları o duvara aşan kişiye, Sevdalı Dağlar'ın sevdalılarını -Servet Çomoğlu'nu ve Yusuf Sandıkçı'yı- tanıyan, onların sesini duyan, dizlerinin dibine oturan kişiye ulaşması bir mucize gibi. Maalesef Servet Çomoğlu hakkında çok az şey biliyoruz, daha fazlasını bilmek isteriz. O yüzden verdiğiniz bilgiler beni heyecanlandırdı. Seyfi Uzunhasanoğlu'nu tanır mısınız?
SilRahmetli Dayım Bahattin Bilaloğlunun Çattaki kahvesinde,Çomoğlunun ağzından "Sevdalı Dağlar" şiirini çok dinlemişliğim var. Allah hepsine rahmet eylesin
YanıtlaSilÇok şanslısınız
SilNe mutlu bana ki,Çat Köyü'n de doğdum,büyüdum.Servet Çomoğlu'nu tanıdım,ona rahmetli Bahattin amcam ın kahvehane sinde çay servisi yapma şerefine nail olmuş birisı olarak mutluyum.Allah şiir de isimleri geçen tüm ölmüş olanlara rahmet etsin.
SilServet Çomoğlu'na ait Güverte Uolcuları şiirini arıyorum.Yardımcı olur musunuz?
YanıtlaSilServet Çomoğlu'na ait Güverte Yolcuları şiirini arıyorum..Yardımcı olur musunuz?
SilMerhaba. Güverte Yolcuları şiiri, bendeki Sevdalı Dağlar kitabında yer almamaktadır.
Silhttps://www.nadirkitap.com/guverte-yolculari-servet-comoglu-kitap7065537.html
YanıtlaSil