Yanından geçtiği inekler ondan ürküyor, yolundan çekiliyorlar, ona yol açılıyor. Çocuğun hizasına geldiğimde, durup bekliyorum. Çocuk hala koşmaya devam ediyor, koşarken bir elini havaya kaldırıp bana doğru işaret yapıyor sanki. Önüne çıkan büyük kayanın etrafından dolanıp, yolun hemen altındaki dik yokuşa kadar geliyor. Çocuk artık koşmuyor ya da koşamıyor. Son dik yokuşu ellerinden de yardım alarak yavaş yavaş çıkıyor, yanıma kadar geliyor. Ter on yerinden akıyor. Alıp verdiği nefes kazağını indirip kaldırıyor; hızla aldığı havayı aynı hızla sesli bir şekilde geri veriyor.
-Çok, çok yoruldum. Yetişemeyeceğim sandım.
-Al dostum su iç.
-Bi nefesleneyim abi.
-Çikolatam yok, kusuruma bakma, incir ye.
-Sağ ol abi. Sen yersin. Az kalmış zaten. İneklerin yanında yemeğim var benim.
-Abi bunun frenleri nerede? Bunun içinde ne var? Bunlar ne? Yorulmuyor musun? Lastiğin patlarsa ne yapacaksın?... gibi bir çok soru soruyor çocuk.
(Hepsini severek cevaplıyorum. Ben de ona sorular soruyorum. O da severek cevaplıyor. Gözünü üzerimizden bir an olsun ayırmıyor. O anda yanımızdan geçen yüz binlik arabayı farketmiyor bile.)
Sonra çocuk diyor ki: -Abi, neden bisiklete biniyorsunuz siz?
(Ah be çocuk! Ah be çocuk! Ben bunu kocaman adamlara anlatamıyorum. Sana, nasıl anlatsam ki şimdi? Ama sen anlarsın beni; dur, sana da herkese anlattığım gibi anlatayım.)
-Bu meret basittir, gösterişten uzaktır. Mutluluktur, çocukluktur, heyecandır. Ulaştırır, buluşturur. Seninle aramıza mesafe koymaz, aynı hizada kalabilmemizi sağlar. Aşağıda mööleyen kara dananın sesini duyabilmemi, önümden geçen kertenkeleyi gördüğümde, durup ona yol verebilmemi, esen rüzgarı hissedebilmemi, şu mor çiçeklerin kokusunu alabilmemi sağlar.
Beni ve seni, bu yoldan geçen hiç bir araç, bu iki teker kadar heyecanlandıramaz; nefes nefese bırakamaz. İşte, bu yüzden...
...
çok güzel
YanıtlaSil