Uğurlar Olsun (Bisikletle Bursa'dan Manavgat'a-1)

Bursa'dan Manavgat'a uzanan bir bisikletli yolculuğun fotoğraf ağırlıklı sunumudur bu. İnegöl yakınlarında emniyet şeridinde dört arkadaşı ile birlikte bisikletleri ile ilerlerken arkadan gelen bir dört tekerleklinin kendilerine çarpması sonucunda, henüz hayatının on dokuzunda iken yüreğimize gömdüğümüz Tolga Beyenir kardeşimiz anısına düzenlenen tura katılarak başlattım yolculuğumu. Bisiklet araçların en masumu, en günahsızıdır. Bisikletle yapılan yolculuk, yolculukların en kutsalıdır. Uğurlar olsun Tolga.
Bisiklet insanı güzel yerlere götürür. Seni de cennete götürsün. Nur içinde yat. Uğurlar olsun. Dünyanın kaynakları kuruduğunda tüm insanlık bisiklete binecek. Tolgayı aramızdan alan çok tekerlilere inat düştüm yola.
Uğurlar olsun Tolga
Neden Manavgat'a gidiyorum sorusunun cevabı... Aslında ben Şarkikaraağaç'a gidiyorum. Cumartesi günü bizim Arif (Şırnaktan mesai arkadaşım, aynı zamanda ilk şehirler arası bisiklet yolculuğumda birlikte pedalladığım yoldaşım)'in Şarkikaraağaç'ta düğünü var. Bu düğüne bisikletle gitmeye karar verdim. Ona verebileceğim en güzel düğün hediyesinin bu olduğunu düşünüyorum. Bursa'dan başlayacak yolculuğum; sırasıyla İnegöl - Domaniç - Tavşanlı - Kütahya - Afyonkarahisar - Akşehir'de devam edecek; Şarkikaraağaç'ta düğün molası... Yol üstünde, Tavşanlı'da, Kütahya'da bazı dostları göreceğim. Akşehir'de, Beyşehir'de ve Manavgat'ta dostlarım var. Yolda olduğumdan haberleri yok. Müsaitlerse eski günleri anacağız. Toroslar'da Mevlüt Dede'ye konuk olacağım. Eğer hala yaylaya çıkıyorsa tabi.

Bundan yaklaşık üç yıl kadar önce, henüz hayatımda bisiklet aktif olarak yokken, yine bir düğün sonrası Beyşehir-Manavgat arasını birkaç dostla birlikte, araçla geçmiş; Toroslar'ı aşarken yola hayran kalmıştım. O zaman araçtaki dostlarıma, "Bir gün bir bisiklet alacağım, bu yolları bisikletle geçeceğim." dediğimde, hepsi bana bir yerleri ile gülmüşlerdi. İşte şimdi tam zamanı. Yolculuğu, Beyşehir ve Seydişehir üzerinden geçerek Manavgat'ta sonlandıracağım. Hem de bana üç yıl önce gülen arkadaşlara, en çok da Maamıt'ıma şöyle bir kapak olur.
18 Ağustos Pazar
Bu sene Bursa'da şeftaliler başka güzeldi. Turun henüz başında bu noktada dört şeftaliyi (1 kg) hakladım. Bilenler bilir, Bursa'dan hemen çıkışta, İnegöl öncesi sağlam bir yokuş vardır ama bugünün asıl yokuşu İnegöl'den, Tahtaköprü'den sonra.
İnegöl sonrası yokuşlar başladı. Aslında Bozüyük üzerinden gitseydim daha düz bir yoldan gidecektim ama bu bölgenin doğası beni kendine çağırdı. Önümde aşmam gereken dağlar var.
Tahtaköprü yakınlarında Bobinin Yeri diye bir mekan. Sıcaktan hararetim yüz kırkı vurmuşken çınar ağaçlarının gölgesinde içtiğim, odun ateşinde pişen iki bardak tavşan kanı çay beni kendime getirdi.
Bu bölgede böyle bir yürüyüş yolu varmış. Belki bir gün yürürüm.

Manavgat'a kadar beni zorlayacak 3 ciddi yokuş var. İlki şu anda çıkmakta olduğum İnegöl-Domaniç arasında, ikincisi Akşehir-Şarkikaraağaç arasında, sonuncusu ise Toroslar'ı aşarken Seydişehir-Manavgat arasında.
Saat 19.00 sularında karnım birazcık acıktığı için bu güzel mekana daldım. Sorular başladı.

-Nereden geliyorsun böyle?
-Bursa'dan.
-Ne zamandır yoldasın?
-Sabahtan beri.
-O kadar yolu bununla mı geldin?
-Evet.
-Valla helal olsun.
-Nereye kadar gideceksin?
-Manavgat'a kadar.
-Ooooovvv!
-...

Karnımı doyurduktan sonra hava kararmaya yüz tuttuğu için burasının konaklamak için uygun olacağını düşündüm. Mekanın arka tarafına çadır kurmak için izin istedim. Talebim olumlu karşılandı. 
Hemen mekanın üst tarafındaki bu düzlüğü gözüme kestirip çadırımı kurdum. Çay içmek için geri geldiğimde mekan sahibi abinin "Üst katta seni yatıracak yatağımız var, rahat rahat uyursun, hem arka taraf tehlikeli olabilir. Bu dağlarda her türlü hayvan var." şeklinde söylemleri oldu.

Yerimi yadırgadığımdan ve hayvanlardan korktuğumdan değil; ama yoğun ısrarlara dayanamadım ve kamelyada, minderlerin üstünde, tulumun içinde yatmayı kabul ettim.

Burada benim telefonum çekmiyor. Sadece vodafon tek bir noktadan zayıf bir şekilde çekiyormuş. Gençlerden birisinin telefonuyla evi arayıp iyi olduğu söyledim. Akşam bol bol çay içtim. Mekanda çalışan gençlerle sohbet ettik. Çayların parasını ödeyemedim.

Ertesi sabah 19 Ağustos Pazartesi
gecelediğim mekan. Havalar sıcak diye daha az yer kapladığı ve hafif olduğu için yazlık tulumu almıştım yanıma; ama rakım yüksek olunca yazlık tulum bana yetmedi, biraz üşümüşüm.
Kalkınca etrafı biraz dolaştım. Tavşanlar da benim gibi erkenci. Tavşanlar, Mekanın köpekleri, bir de benden başka uyanan yok henüz.
Kahvaltıyı da burada yapmayı düşünmüştüm ama henüz ortalıkta kimse görünmüyor.

Bisiklet dostu bu mekandan (Konak Sofrası'ndan) ayrılırken uyanan kimseyi göremediğim için bu teşekkür mesajını bir masaya iliştirip yola koyuldum. Yolcu yolunda gerek.
Dün akaşam üzeri yola devam etseymişim çadır kurabileceğim yerler varmış.
İlk ciddi yokuş başarıyla çıkıldı. Sabah sabah hava serin olduğu için pek zorlanmadım.
Kendi fotoğrafını nasıl çekiyorsun diyenlere yanıt.

Artık Kütahya topraklarındayım.
Kocayayla denilen yer nezih bir ortam. Çadır kurmaya çok yer var. Suyu, tuvaleti ve mescidi var.
Domaniç'e doğru sallanırken.
İnegöl'den sonra bu çeşmeler neredeyse adım başında. Yabancı seyyahlar ülkemizin her yerinde, hiç dinmeyen, çok sağlıklı ve çok lezzetli hem de bedavaya içilebilen suların olduğunu yazarlar. Haklılar.
Domaniç'te kahvaltımı çıtır simitler ve tavşan kanı çayla yaptım.
Tavşanlı'da Mehmet Yavuz Bey ile görüşeceğiz. Kendisi ile daha önce yüz yüze hiç görüşmedik. Kendisi bir bisiklet sevdalısı. Tavşanlı'dan geçeceğimi öğrenince, Tunçbilek'e gelince ara, görüşelim diye yazmıştı internetten. 
Tunçbilek'e varınca aradım. Bisikleti ve kendisi yola çıkmaya hazırmış. "Sana doğru geliyorum yolda karşılaşırız." dedi.
Dediği gibi Tavşanlı'ya girmeden karşılaştık.
Tavşanlı girişinde Mehmet Bey'in önceden geleceğimi haber verdiği Cemal Hocam ve Fevzi Bey de bize dahil oldu. Tavşanlı'da altı kişilik bir bisiklet grupları varmış. Grubun yarısı beni karşılayınca mutlu oldum. Teşekkürler.
Yemek yemek için bir mekana girdik. Cemal Hocam lisede matematik öğretmeni; Fevzi Bey lokomotif tamircisi imiş. Fevzi Bey hayatımda gördüğüm ilk lokomotif tamircisi ve gördüğüm ilk milli uçurtmacı. Milli uçurtmacılık diye bir şey yok tabi; ama Uluslararası uçurtma şenliklerinde ülkemizi temsil etmiş, dereceler almış. Telefonundan yaptığı uçurtma fotoğraflarına bakarken bu adam bu işi yutmuş dedim, hayran kaldım. Fevzi Bey'in uçurtmalarına siz de buradan bakabilirsiniz.(http://fevzikir.name.tr/).
Tavşanlı çıkışında Mehmet Bey'in bir leblebiciden yolda yersin diyerek aldığı karışık leblebi ve şekerli fındık ikramı oldu. Teşekkürler.
Cemal Hocam, Mehmet Bey ve Fevzi Bey bana bisikletleri ile Tavşanlı çıkışına kadar eşlik ettiler. "Yola düşüyorsun da, ne oluyor?" diyenlere; yol insana dost kazandırır. Var mı hayatta daha büyük bir kazanç?
Uzun bir yokuşu çıktıktan sonra bu çeşmede suyumu tazeledim. Leblebicide tadına baktığım şekerli fındıkların bir kısmını burada mideye indirdim. Şekerli fındık, tuzlusu kadar güzel.

Tavşanlı-Kütahya arası vahşi hayvan çıkabilir.
Mümkün mertebe çadırda konaklamaya çalışırım; ama Kütahya'ya doğru çadır kurmaya müsait alan göremedim. Böyle olunca akşam üzeri Kütahya'ya kadar pedalladım. Kütahya'ya varınca öğretmen Evi'ne yerleştim.
Akşam il merkezinde bir süre dolaştım. Kütahya'da insanların adresi tarifi ederken muhakkak bu vazoya göre tarif ettiğini duymuştum. Doğruymuş, öğretmen evinin yerini sorduğum amca,  vazonun benden çok uzakta olmasına ve öğretmen evinin vazoyla çok da alakası olmamasına rağmen; tarife direk vazo ile başladı.
Varınca Selçuk'u(Piyade Okulu'ndan asker arkadaşım) aradım. Selçuk'la yarın sabah buluşup Kütahya'yı gezeceğiz.
20 Ağustos Salı
Ben kahvaltı yaparken Selçuk ve Mete(Selçuk'un oğlan) geldiler. Benim yiyemediğim yumurtayı Mete iştahla yedi. 
Önce Dönenler Cami'ini gezdik. Burası aslında bir mevlevihanenin semahanesi imiş. Daha sonra buraya bir mihrap eklenerek semahane cami'ye çevrilmiş.
Küçük semazen Mete
Kütahya Ulu Cami, Kütahya'nın en büyük camisi imiş. Yapımı 1401'de tamamlanmış. Cami içindeki büyük sütunlar Aizanoi Antik Kenti'nden getirilmiş.
Kütahya Kalesi'ndeyiz
Kaleden Kütahya


Sonra Hıdırlık denilen yere çıktık.
Hıdırlık'tan Kütahya
Selçuk'la Mete gemi yarıştırıyor.
1973 yılında yapımı tamamlanan Çinili Cami çok özgün bir yapı. Cami'nin eski fotoğraflarında ön taraftaki plastik beyaz çerçeve yok. Oraya olmamış o, caminin estetiğini bozmuş.
Sıcaktan bunalan Mete cami bahçesinde  havuz sefası yaptı.


Sonra hep birlikte Mete'nin annesinin de çalıştığı Adalet Sarayı'na gittik. Burası ismiyle müsemma, gerçek bir saray gibi.
Adalet Sarayı'nın mescidi ve Mete
Mescit duvarından çini detayı.
Selçuk ile en son 3 yıl kadar önce Şırnak'ta görüşmüştük.(O zaman Selçuk da Şırnak'ta çalışıyordu.). İyi oldu tekrar görüşmemiz. Adalet Sarayı bahçesinde Şimşek Ailesi ile vedalaşıp Afyon yoluna düştüm.


Uzunca bir süre sonra bu çeşme başında mola verdim. Yakındaki mescide uğradım.
"Mescidin duvarından ne fon olur ha." diye düşündüm içeriye girerken. Çıkışta fotoğraf makinesini karşıma koyup denedim. Ne fotoğraf olmuş ama?
Mescit yakınlarında bir kervansaray kalıntısı
Afyonkarahisar yolunda
Karşı taraftan Kütahya'ya doğru gitmekte olan bu arkadaşları görünce durdum. Fotoğraf makinemi havaya kaldırıp fotoğraf çekeyim mi diye bağırdım. Kadın eliyle bir işaret yapıp para para demeye başladı. O anda deklanşöre basmışım. Beklemeye devam edince adam yanıma geldi. " Önce sigaram yok, sonra da çocuğun(çuvalın arkasında, başının üst tarafı gözüküyor) yiyeceği yok, para versene." dedi. Çocuğun yiyeceği yok madem al bunları (Bursa'dan beri taşıdığım kuru incirler ve kuru üzümlerim) dedim. Pek hoşnut olmasa da aldı, geri döndü.
Afyon'a doğru, sadece 65 kalmış.
Afyon'a girerken gün batmış, ay doğmuştu. Girişteki bu parkı gözüme kestirip çadırımı kurdum. Zemin güzel, yakında mescit, su ve tuvalet var. Dha ne ister insan bir kamp yerinden.
21 Ağustos Çarşamba
Gece rahat bir uyku uyudum.
Şehir merkezine doğru ilerlerken, sarp kayalıkların üstüne inşa edilmiş olan kale kesinlikle dikkatinizi çekiyor.
Kale civarındaki Afyon farklı zamanlarda yaşayan bir yer.
Kale dibinde Afyon evleri


Kale dibinde Afyon evleri


Kale dibinde Afyon evleri
Kale dibinde Afyon evleri
Afyon'dan sonraki yolu sevmedim. Yol dümdüz etrafta ilgimi çeken pek bir şey yok. Yolun sağı solu tuğla-kiremit fabrikası. 
Herhalde ilgimi çeken pek bir şey olmamasından olacak; bir ara asfalta yapışıp kalmış olan kedi, köpek, yılan, kirpi, tilki... ölülerini saymaya başlamışım. O anda bir kez daha anladım ki dört teker demek, ölüm demek. Bir bisiklet, tek suçu o anda karşıdan karşıya geçmek olan bir köpeği kesinlikle öldürmez. Neyse ki Akşehir'den sonra zorlu yokuşlar ve doğa beni bekliyor.
Yol üstünde bir kasaba belediyesine ait termal tesis. Yakınlarındaki bir ağacın gölgeliğinde mola vermiştim. Tesisin sorumlusu termal havuzda duş alabileceğimi söyleyip burayı gösterdi. Güneşin yakıcı etkisi başıma olanca gücüyle etki edip terim alnımdan şıpır şıpır damlarken, üstelik tuğla fabrikalarının tozu üstümü başımı toza bulamışken bir duş almam iyi olabilirdi; ancak 50 derecelik, bu kükürt kokulu su bana pek cazip gelmedi. Ah şöyle karpuz çatlatan bir dere suyu olsaydı ne güzel olurdu!
Yol kenarındaki bir çeşmeden su almak için bisikletimi görülen reflektörlü trafik işaretine dayamıştım. Çeşmeden suyumu alıp geri baktığımda bisikletimi yerinde göremedim. Çok sağlam olmamıştı ama su alıp gelene kadar idare eder diye düşünmüştüm. Zannedersem biraz önce yoldan geçen tırın oluşturduğu türbülans benim canavarı dereye uçurmuş. Ayaklık kullanmayan bisikletini derede bulur.
Akşehir'e doğru, yol kenarında etrafı dikenli tellerle çevrili bir kiraz bahçesinde dikenli teller çok işe yaramamış olacak ki, tellere "KİRAZLAR ZEHİRLİDİR" notu iliştirilmiş. Ben inanmadım. Buna inansa inansa Kadir İnanır deyip, kendi kendime espri yaptım, kendi kendime güldüm. Ey yol beni ne hale getirdin.
İlk patlak, 
Hava kararırken ana yoldan sapıp kuru bir dere boyunca çadırım için uygun bir yer bakmaya başladım. Dere boyu taşlık olunca kiraz bahçelerine daldım. Çadırımı bu kiraz bahçesinin kenarına kurdum. Etrafta su yok; ama yanımda 3 litre su var, su sıkıntısı çekmem yarına kadar. Bir de Afyon'dan aldığım sucuk var. Daha ne olsun. Önce ateşi yaktım, sonra çadırı kurdum.
Etraftaki kuru dallardan yaptığım şişlere geçirip pişirdiğim sucukları ekmek arasına koymaya hazırken, çok yakınlarımdan bir patırtı, çıtırtı duymaya başladım. Vahşi (kurt, tilki, ayı gibi )hayvanlar koku yayan yiyecekler için insanların yanına yaklaşabilirlermiş. Eyvah dedim! Tilki mi, kurt mu acaba diye düşünmeye başladım. Bir taraftan da elimdeki sopayı yere vuruyorum ki korkup kaçsın; fakat patırtı kesilmiyor
Çok geçmeden bu vahşi hayvanı fotoğrafladım. Gerçekten çok vahşiydi.
22 Ağustos Perşembe
vee Hoca'nın memleketi Akşehir'deyiz. Akşehir'de Şırnak'ta iken aynı okulda çalıştığımız öğretmen arkadaşımı(Cansu Öğretmen'i) ve kendisiyle tanışık olduğumuz babasını aradım. Amacım, müsaitlerse çarşıda görüşüp yola devam etmekti; fakat eve kahvaltıya davet edildim. Mükellef bir kahvaltı yapıp yola koyuldum.
Akşehir'e gelip de Hocayı ziyaret etmemek olmaz.
Dünyanın ortasında bir seyyah. Geriye neresi kaldı dünyanın?
Hocanın huzurunda konuştuğumuz bu arkadaşlar beni kahve içmeye davet etti ama zorlu yollar beni bekler. Teşekkürler.
En sevdiğim fıkralarından. Ağzı olan konuşur, doğru bildiğin yoldan yürümeye devam et...
Kazan, bisiklet doğurdu.
Yol kapalı levhasına rağmen, bisiklete kapalı yol mu olurmuş diye düşündüm; 3-4 km yokuş çıktım. Bir süre sonra, karşıdan bana doğru gelen bir görevli ileride dinamit patlatıldığını ve geçmenin mümkün olmadığını söyledi. Rotam üzerindeki üç zorlu yokuşlardan ikincisini bugün çıkacaktım. 
Akşehir'e doğru geri dönüp, alternatif bir yol olan Çimendere Köyü üzerinden gitmeye karar verdim. Haritama göre Çimendere üzerinden giden yol 9 km daha kısa.
Ilıcak Köyü'den itibaren eğim yolun eğimi birden bire arttı. Artık molalarım sıklaşmaya başladı.
Çimendere Köyü
Yol üzerinde kamp yapmaya uygun alanlar var ama vakit henüz çok erken


Şarkikaraağaç'a doğru
Çimendere Köyü'nden Güllü
Yollar yokuş olmasına rağmen çok zorlanmıyorum. 
Bu çeşme başına ulaştığımda rota üzerinde beni zorlayacağını düşündüğüm, zorlu yokuşlar olarak adlandırdığım yokuşların ikincisini bitirdim. Bunları da kolay çıktım. Son yokuşlarım Toroslar; Bu çeşmeden suyumu tazeledim. Çeşmenin suyu hem soğuk, hem de lezzetli. Hal böyle olunca Afyon'dan aldığım sucuğun kalan yarısının işini burada bitireyim istedim. Belki buraya çadır bile kurabilirdim; ama bir süre sonra su almak için epey araç durdu. Ben de devam etmeye karar verdim. Arif'i aradım; "Düğün için cuma günü(yarın) gelmeye çalış." diyor. Aslında yarın Kızıldağ Milli Parkı'na gidip, düğüne cumartesi günü uğrayacaktım. 
Güneş batarken pılımı pırtımı toplayıp Şarkikararağaç'a doğru inmeye başladım.
Şarkikaraağaç'a doğru
Şarkikaraağaç'a varınca öğretmen evine yerleştim. Yarın öğleden sonra düğün için Arif'in buraya 4 km uzaklıktaki köyüne gideceğim.
23 Ağustos Cuma
Ulu Çınarın altı Şarkikararağçalıların en sevdiği mekan. Uzun zamandır bu kadar ucuza(40 Kr) çay içmemiştim.
Şarkikaarağaç Çınar altı
Çiçekpınar
Volkan Arif'in mesai arkadaşı. O da düğün için gelmiş. Düğün evinde bize göre bir görev olmadığı için Kızıldağ'ın zirvelerinden birine tırmanmaya karar verdik. Yukarıdan Beyşehir Gölü gözüküyormuş. Hava kapalı, yağmur yağma ihtimali yüksek ama biz yine de çıkalım dedik.
1 Saat gibi bir sürede zirveye ulaştık. Beyşehir Gölünü gördük.
Yağmur hafif atıştırmaya başladığı için zirvede fazla oyalanmayıp inişe geçtik.
24 Ağustos Cumartesi
Ertesi gün düğün evinde yine bize görev çıkmadı. Volkan Arif'in bisikletini aldı. Bisikletlerle Şarkikaraağaç'a Volkan için otobüs bileti bakmaya gittik.
Volkan bisiklet ile Şarkikaraağaç'a kadar gelebildiğini görünce gaza geldi. Göle kadar gidebilir misin diye sordu bana?
Sonra kendimizi göl yolunda bulduk. Bisan marka bu bisikletler Şarkikaraağaç'ta çok moda.
20 km ilerideki gölün soğuk berrak sularına dokunduk.


Volkan daha önce bisikletle bu kadar kilometre(20) yapmamış. Koltuk biraz rahatsız etti, başka sorun yok diyor.
Dün Kızıldağ'ın bir zirvesinden seyrettiğimiz Beyşehir Gölüne yakından doyasıya baktık.
Beyşehir Gölü


Beyşehir Gölü
Beyşehir Gölü. Bu noktada fotoğraf çekmek için durduğumda Göl kenarından iki arkadaş, 
-Gel, gel(Bu arada elleriyle yüzermiş gibi yapıyorlar.)
-Selamünaleyküm
-Heeeee. Yabancı zannettik biz seni
-...
Volkan 20 km yaptı, hala iyi durumda, önümüzde 20 km daha var. Dün göle, karşı ki tepelerin birinden bakmıştık
Çiçekpınar'a ulaştığımızda Kızıldağ'ın çevresinde tam bir tur atmış olduk, yani 40 km yol yaptık. Volkan tüm zamanlarının rekorunu kırdı. En yakın zamanda bisikletle Muğla'dan Ula'ya gideceğini söylüyor.
Düğün evinde, bisikleti ile Bursa'dan düğüne gelen adam olunca, bisikletli yolculuk, bisikletli yaşam hakkında pek çok soruya maruz kaldım, cevap vermeye çalıştım. Hatta benim için, "Artık başını kaldıramaz, akşama kadar uyur" gibi düşünmüşler. Herkesten önce kalkınca şaşırdılar.
Akşam Arif'in başını bağlamış olduk
Allah mutlu etsin. Tolga anısına düzenlenen tur ile başlayan yolculuğum şu an bir düğünün içinden geçiyor. İşte hayat bu. Ölüm de var için de, düğün de...
25 Ağustos Pazar

Volkan sabaha karşı otobüse atlayıp Muğla'ya doğru yol almaya başladı. Kahvaltıdan sonra ben de Manavgat'a doğru tekerimi döndürmeye başladım. Manavgat'a iki günde varabilirim diye düşünüyorum.
Beyşehir'den önce hala yolcuları ferahlatmaya devam eden tarihi kuyuların soğuk suyunu içtim.
Önce Beyşehir'den
Sonra Seydişehir'den geçtim
Toroslar'a doğru tırmanmaya başladım.
Toroslar'da bir köy


Amacım, 2010 yılının Temmuzunda kendisine kısa süreliğine misafir olduğumuz Mevlüt Dede'nin Tınaztepe'deki çadırının yanına konuşlanmak. O zaman, "Her yaz buraya çıkarız." diyordu. Tınaztepe'ye varınca Mevlüt'ü de (Mevlüt Dedenin torunu, arkadaşım) arayacağım. Tabi bir de Mahmut'u.
Sık molalar ile yola devam ediyorum.
Güneş batmaya yakın hala yoldaydım.
Tınaztepe'ye kadar gidebilmek için alaca karanlıkta pedala bastım. Önce Mahmut'u, sonra Mevlüt'ü aradım. "Bir bisiklet alacağım ve günün birinde bu yolları bisikletle geçeceğim." dediğimde, bana en çok gülen kişi olan değerli dostum Mahmut'a dedim ki: "Ben bir işi yapacağım diyorsam, Allah'ın izniyle yaparım arkadaş." Mahmut, "Ben zaten sana, senden daha çok inanıyor ve senin nasıl bir manyak olduğunu biliyordum." dedi.

Mevlüt Manavgat'tadır diye düşünüyordum: ama Seydişehir'de imiş. Yarın Ankara'ya gidecekmiş. Dedesi buradaymış ama çadırın yerini değiştirmiş. Çadırın yerini tarif etti. Karanlıkta biraz zorlansam da sonunda buldum. Hemen, gündüz oturmak için kullandıkları sedirin üzerine çadırımı kurdum. Bugün çok yorulmuşum, hemen uyudum.
26 Ağustos Pazartesi
Sabah herkes çok erken kalktı. Ben kalkmak için pek acele etmedim. Bundan sonra  mevsim yaz bile olsa, bu rakımlarda geceleyeceksem kışlık tulumu taşımaya çalışacağım. İyi ki Mevlüt Dede, üşürsen üstüne örtersin diye bir battaniye vermiş. Başlangıçta altıma serdiğim battaniyeyi üşümeye başlayınca üstüme örttüm.
Bir tilki ninelerimin tavuğunu götürmüş gece vakti. Tilki'nin bu yaz götürdüğü dördüncü tavukmuş son götürdüğü.
Keşke köpeği salaydık gece diyorlar; ama tavuk gitmiş artık.
Mevlüt Dede sabah erkenden Manavgat'a inmek için yola çıkmış. Ninemle vedalaşıp yola koyuldum.
Bugün 2000 metrelerin üzerine çıkacağım. Sonrası Manavgat'a kadar 65 km kadar iniş var. Bu kadar inişi bir arada hiç yapmadım. Bakalım nasıl olacak.


Aralıklarla mola veriyorum
Toroslar'ı aşarken
Toroslar'da bir mola
Ben 20o0 metrelerin üzerine çıkacağımı sanıyordum ama öyle değilmiş.
Toroslar'da bir yayla
Yarpuz denilen yer(Anlamı ne ola ki diye sözlüğe baktım: Ballıbabagillerden, çiçekleri birbirinden ayrı halka durumunda, nane türünden, kısa saplı, az veya çok tüylü, güzel kokulu bir bitki imiş)
Toroslar'da köyler




İrtifa giderek düşerken kokpitten yol.
Ben 65 km sürekli ineceğimi düşünmüştüm. Alacabel'i aştıktan sonra buna benzer bir çok yokuş çıktım. Yüzde on eğimi bile gördüm
Manavgat'a öğleden sonra varıp Manavgat çayının serin sularıyla buluşmak istiyordum. Fakat yol beni aldattı. Buralardan arabayla geçerken bu yokuşları farkedememişim. Hava kararmadan Manavgat'a varabilirsem ne ala.
Güneş ufka yaklaşmaya başladıktan sonra fotoğraf makinemi pek çıkarmadım. Yine karanlığa kaldım beklenmedik yokuşlar yüzünden. Mevlüt'ün benim için yer ayırttığı otobüse ancak yetişebildim.
Akşam Manavgat Otogarı'ndan Bursa otobüsüne atladım. Bu kutsal yolculuk da böylece sona erdi.

İlgili Yazılar
Uğurlar Olsun (Bisikletle Bursa'dan Manavgat'a-1)
VİDEO (Bisikletle Bursa'dan Manavgat'a-2)

Yorumlar

  1. Merhaba
    Ali Hocam yine belgesel niteliğinde bir yolculuk yapmışsın,fotoğraflar şahane
    Seni tanımaktan ve kısa da olsa Tavşanlımızda misafir etmekten büyük mutluluk duyduk.
    Yine birgün, biryerlerde karşılaşmak dileğiyle
    Selamlar...

    YanıtlaSil
  2. Adsız9/08/2013

    Soluksuz okudum, fotoğraflar da harika. Selamlar Fevzi KIR

    YanıtlaSil
  3. Adsız9/09/2013

    yolun açık olsun ALİ kardeş memleketime selam götür. valla imreniyorum sana nasıl çıkıp günlerce pedal çeviriyorsun helal doğrusu....

    ABDURRAHMAN AKDENİZ

    YanıtlaSil
  4. Anlatımlar sanki şiir gibi. Yolunuz daim açık olsun. Denizli ye yolunuz düşerse sizi misafir etmekten ve sizinle tanışmaktan onur duyarım. Uzun Türkiye turlarında sizinle pedallamak isterim. Selamlar...bahrikaplan@hotmail.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş yorumunuz için teşekkür ederim. Eğer bir yazı bisikletle alakalı ise o yazı bana da şiir gibi gelir. Ondandır. İnşallah yollarımız bir yerlerde kesişir. Selamlar.

      Sil
  5. Üstad allah razı olsun,hakkını helal et. Blog undaki yazıların büyük bölümü Telf numaranızdan indirerek okudum ve büyük keyifle de resimlere baktım. Bu blog u okuyunca selam vermek istedim. Okurken sanki beraber yol aldığımızı fark ettim. Hoş ve hoscakal
    Abdullah

    YanıtlaSil
  6. Üstad allah razı olsun,hakkını helal et. Blog undaki yazıların büyük bölümü Telf numaranızdan indirerek okudum ve büyük keyifle de resimlere baktım. Bu blog u okuyunca selam vermek istedim. Okurken sanki beraber yol aldığımızı fark ettim. Hoş ve hoscakal
    Abdullah

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumunuzu buraya yazınız